AHRAZ (Deniz Gezgin)
Cümlelerime nasıl ve nerden başlayacağımı bilemiyorum. Öncelikle bu kitabı neden daha önce okumadım diye kızıyorum kendime. Böylesine dolu dolu bir kitaba bunca zaman mahrum kaldığıma, varlığından bihaber olduğuma üzüldüm. Şimdi ise okumayana üzülüyorum. Her cümlesi, her duygusu bu kadar mı güzel yazılır. Üslubu sade, kitap sürükleyici.Edebi yönü tartışılmaz. Kitap bitmesin istedim, aynı cümleyi birçok kez okudum. Anlamadığım için değil; anlamlandırmaya çalıştığım ve alt metinlerini çözmeye çalıştığım için. Yazarın kurduğu her cümlede farklı hisler var. Her cümlenin altını “kara bir kalem” ile çizdim, çizdikçe kelimeler büyüdü büyüdü, sığmadı içime. Okudukça sükuta erdim, tıpkı bir ahraz gibi, okumayan anlamadı anladığımı. Okuduktan sonra ise yanımdan ayıramadım. Kimse alsın istemedim. Ara ara kitaplığımdan alıp dokunuyorum, herhangi bir yerini okuyup Adile’yi, İsrafil’i, Yusuf’u uzun bir süre düşünüp duruyorum. Bu hikaye anca bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Gelelim hikayeye:
Kitabın kahramanları; Adile, İsrafil, Yusuf, Papaz Vasil, Marika, Zehra ve İsrafil’in köpeği Mavi. Denizin üzerinde gözlerini açıyorlar baş kahramanlar. Gerence adında bir balıkçı teknesinde hayatta kalmaya çalışan Adile’nin ve İsrafil’in yüreğe dokunan hikayesi anlatılıyor. Adile, yaşam mücadelesi verdiği kasabada herkesçe dışlanan, ötekileştirilen, lanetli olduğunu düşündükleri bir kadın. Kağıt, cam, plastik toplayarak hayat mücadelesi verir. Sonra İsrafil dünyaya gelir ve “ahraz” olduğu anlaşılır yani sağır ve dilsiz. Yaradan onun susmasını dilemiş, belki de susarak konuşmasını ve bu sükunet Adile’ye ağır gelir. İsrafil büyüdükçe, Adile küçülür, sessizleşir, kendini her şeyden geri çeker. İsrafil’inse ahraz olması hiçbir şeyden mahrum etmez onu. Dört duyu organı, kulaklarının yerine geçer. Hissederek, koku alarak, görererek duyar melek olan İsrafil. Sonra bir misket uğruna dayak yer ve kendine geldiğinde yanı başında bir köpek bulur; Mavi, ona dost olur, bundan sonra yanından hiç ayrılmaz. Hikayeye Yusuf dahil olur. Balık tutarken tanışırlar. Yusuf, İsrafil’in hayatında bir dönüm noktası olur. Onu önemser ve anlıyormuşçasına hep bir şeyler anlatır İsrafil’e, belki duymaz ama yüreği ahraz değildir asla.. Yazar tüm hikaye boyunca şunu bağırır durmadan: Konuşmadan da anlaşabilir insan ve hatta duymadan da dinleyebilir. Yeter ki gönül gözün açık olsun. Hikaye, başka kahramanların girmesiyle devam eder. Ve hikayenin sonu yine denizde biter. Çok bahsedip büyüsünü bozmak istemiyorum.
(Deniz Gezgin çıtayı o kadar yükseğe koydu ki yeni bir kitaba nasıl başlanır bilmiyorum.)
**Şeytan yükümüzü sırtlanan günah keçisi değilse nedir?
**Umut sağ çıkmaktı, bunu yapamazsa o kuyuya yuvarlanacaktı; kendi karanlık kuyusuna.
**Hepimiz kendi içimizdeki kötülüğü gömüyoruz aslında...
Ölüler bahanemiz...
**Varlıktan çok yokluktu merak ettiği, hiçlik; tıpkı kendi gibi.
**Ne garip değil mi? Ömrün tek bir çizgi üstünde sağa sola sapmadan öylece dosdoğru gidecek sanırken sen, koca hayat en olmadık anda karşına dikenli bir gonca gül çıkarıyor; ya çizgiyi bozmayacak ama etini çizdireceksin ya da kendine yamuk çizip oradan gideceksin.
**Gece ağırdır; masuma uyku, sarhoşa cesaret verir, diptekileri çağırır; biçimleri, şeyleri, yaşı ve kuruyu, erkeni ve ışığı ters yüz eder.
**Sevgi bir kuştur gelir az ötene konar, gidip tutayım dersin, hop bir de bakmışsın uçmuş dama konmuş, sen peşine düştükçe o kaçar durur.
**Melek olmak da böyle bir şeydi belki, umarsızca kanat çırpamıyor ve asla hür olamıyordun.
**Tepemizdeki rüzgar niye bu kadar deli sanıyorsun, başka yerde böyle mi? Kokumuzu dağıtmak için. Çürüyoruz burada, tıkılmış kalmışız.
**Varlığını bir türlü bu dünyaya sığdıramamıştı ki...
**İnsanın kendinden kaçması, düşüncelerinden utanması, dış dünyaya görünen resminden sıkılması; bu büyümek miydi?
**Öyle tabii, düşün bir de tüm dünyada aynı dil konuşulsun, kimsenin rengi, dini bir ötekinden farklı olmasın... dünya üzerinde insan kalmazdı.
** ... her şeyi hissedecek kadar büyük, baş edemeyecek kadar da küçüktü o zamanlar
**Bu tansiyonla yaşamıyor olman lazım.
- Belki de yaşamıyorumdur.
**Çiğ süt emmişiz hepimiz hiçbir şey bulamasak kendi kendimizi yeriz.
**O kadar sessizdi ki bazen bu onu görünmez kılıyordu.
**İlk kez kendinden kaçıyordu İsrafil ya da başından beri korktuğu şeyin aslında kendisi olduğunu yeni keşfediyordu. İnsanın kendinden kaçması, düşüncelerinden utanması, dış dünyaya görünen resminden sıkılması; bu büyümek miydi?
**Doktorlar hastalığını hiç bilemedi.Bana kalırsa küskünlüktü illeti, çok örselenmişti.
**Peki ya kendisi, o da eskiyor muydu, bir hatırası ya da içinde yaşattığı var mıydı çekip giden? Varlığını bir türlü bu dünyaya sığdıramamıştı ki içine eğilip baksın.
**Savaş bir şarkıları öldüremiyordu, bir de anıları...
**Sesleri tanımayan biri için sessizlik diye bir şey de yoktur.
**Doğum hikayeleri efsunludur, iyi dinlersen eğrisi doğrusuyla hayat çizgini bulursun orada.
**... büyümek göze batmaktı sadece.
**Herkes kendine göre iyi, zannedersin ki kötülük kapının dışındadır...
**Deniz öylesine karanlıktı ki nerede başlayıp nerede bittiği seçilemiyordu. Demek karanlığın da koyusu vardı.






